Her insan dört kan grubundan birisine dahildir. Bu gruplar, bir insanın alyuvarları ile bir diğer insanın seromu yani kanının sıvı kısmı arasındaki reaksiyonla belli olurlar. Kan hücreleri ya seromun içindeki dağılımları açısından dengelidirler (non-aglütinas-yon) ya da birikip pıhtılaşırlar (aglütinasyon). Alyuvarlar, aglütinojen adı verilen antijenlerle zenginleşmiştir. Antijen, bedende bir etkiye karşı tepkiyi uyandıran maddelere verilen addır. Tıp bilimi, iki aglütinojen (A ve B) ve aglütinin (anti-A ve anti-B) i tanımaktadır. Kan cisimciklerinde ya A, ya B, veya bu ikisinin birleşimi olan AB bulunur veya hiçbirisi görülmez, yani 0. Bunlar dört kan grubunu oluştururlar.
Kan grupları ilk olarak Dr, Kari Landsteiner adlı bir Avusturyalı bilim adamı tarafından bulunmuş, bu çalışmaları kendisine Nobel ödülü verilmesini sağlamıştır. Araştırmalarına neden olarak kan değiştirmelerde rastlanan hataları önleme amacını gösteren Dr. Landsteiner'in çalışmasının önemi ancak I. Dünya Savaşı'nda yaralılara yapılan gelişigüzel kan nakillerinde ölüm oranı artınca kabul edilmiştir. Daha önceki çağlarda temiz sayılan bir bardak kanın içilmesiyle kan nakli yapılabildiğine inanılırdı, bu davranışa örnek olarak Romalıların yaralı gladyatörlere kan içirmeleri gösterilmektedir. Çağdaş uygulamaya benzerlik gösteren ilk kan nakli 1664'te Dr. Jean Baptiste Denis tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu girişimde ölüm döşeğindeki bir hastaya taze kesilmiş bir kuzunun kanı nakledilmiştir. Hasta ölümden kurtulmuş, olay kilise çevresinde yankılar uyandırmışsa da bir başka hastaya yapılan kan naklinin başarılı olmasına karşın hasta bir süre sonra bir içki âleminde ölünce, kan nakilleri yasaklanmıştır. Yeniden, bu yöntemle kan nakli ancak yüzyıl sonra tekrar gerçekleştirilebilmiştir.
Dr. Landsteiner'in smrlarını çizdiği kan grupları kuramı doğrultusunda kan seromunda ya anti-A, ya anti-B, yahut her ikisi birden (AB) bulunur veya hiçbirisi (0) bulunmayabilir. A'lı yuvarlar, anti-A'lı seromda pıhtılaşmayı sağlarken B'li yuvarlar da anti-B seromuyla pıhtılaşırlar. A yuvarlı kişide anti-A seromu yoktur ama anti-B seromu vardır.
(0) grubundaki bir insanda ise hem anti-A ve hem de anti-B bulunur. AB grubundaki kişide ise ikisi de görülmez.
A ve B, insan kanında bulunan iki kümeleme faktörüne işaret etmektedir, bunlar aglütinojen adını verdiğimiz iki liposakkarit'tir, kan naklinde tüm zorlukların nedeni de bunlardır.
Batı Avrupalıların % 42'si A, % 9'u B, % 3'ü AB ve % 46'sı 0 grubundandır. 0 grubundaki kişilere genel kan vericileri denilirse de bütün 0 grubundaki kanlar A, B, ve AB'li kişilere fark gözetilmeksizin verilemez. 0 grubundaki bazı kanlar aynı gruptaki kanlara oranla daha sık rastlanır özellikler gösterebilir. Bunun nedeni, 0 grubunun kanlarının seromundaki anti-A ve anti-B aglütinin'lerinin miktarıdır. Miktar kandan kana değişiklik gösterebilir. Yine bu kurama göre AB'li kişilerin genel alıcı olabilme niteliği de dar bir çerçevede kalmaktadır.
1940 yılında bir maymun plazması ile insanınkini karıştırarak alyuvarlarla ilgili Rh faktörünü keşfetmiştir. Bu buluşla ortaya çıkan en önemli olgu, kanında Rh unsuru eksik olan bir kadının Rh Negatif sayılıp, Rh Pozitif kanlı bir çocuk doğurabilmesi ve çocuğun genellikle hayatta kalmayı başarabilmesidir. Rh uyumsuzluğu yeni doğmuş bebek ölümlerinin başlıca nedeniyse de gelişen tıp bilimi, bebeğe, doğumdan önce ana karnında kan naklini gerçekleştirebilecek denli uzmanlaşmayı başarmıştır.
İnsanlarını % 85"inde bulunan Rh faktörü antijeni, doğal antikorlara sahip olmayan bir antijen türüdür. Rh faktörü antijeni bulunmayan insanlara Rh-pozitif ve Rh-negatif denilmekte ve bu insanlarda antikorlar ancak bir kan nakli sonrası oluşmaktadır. İlk kan nakli sırasında sorun çıkmaması nedeni, antikorların oluşma sürecinin yavaş seyretmesidir.
Akyuvarlarda değişik başka tür antijenler de bulunmaktadır. Kan nakline sık sık gereksinme duyan hastalara bu antijenlerle reaksiyona girecek antikor içermemeleri için akyuvar içermeyen kan verilmelidir.