Açıklama: Metin güncel Türkçe ile verilmiştir.
"Ey millet, Allah birdir.Şanı büyüktür.Allah'ın selameti, sevgi ve hayrı üzerinize olsun. Peygamberimiz efendimiz hazretleri, Cenabı Hak tarafından insanlara dinsel gerçekleri tebliğe memur ve resul olmuştur. Anayasası, cümlemize malumdur ki, Kur'an-ı azimüşandaki husustur. İnsanlara aydınlanma vermiş olan dinimiz, son dindir. Ekmel (eksiksiz) dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa ve gerçeklere tamamen uygunluk arz etmektedir. Eğer akla, mantığa ve gerçeklere uygun olmasaydı, bununla diğer ilahi doğal kanunlar arasında çelişki olması icap ederdi. Çünkü bilcümle varoluş kanunlarını yapan Cenabı Haktır.
Arkadaşlar; Cenabı Peygamber mesaisinde iki karargaha, iki yere malik bulunuyordu. Biri, kendi evi, diğeri Allah'ın evi idi. Millet işlerini, Allah'ın evinde yapardı. Hazreti Peygamberin mübarek yolundan giderek bu dakikada milletimize; milletimizin hal ve istikbaline ait hususları görüşmek maksadıyla bu kutsal mekanda Allah'ın huzurunda bulunuyoruz. Beni buna mazhar eden, Balıkesir'in dindar ve kahraman insanlarıdır. Bundan dolayı çok memnunum. Bu vesile ile bir sevaba nail olacağımı ümit ediyorum.
Efendiler, camiler birbirimizin yüzüne bakmaksızın yatıp kalkmak için yapılmamıştır. Camiler itaat ve ibadet ile beraber din ve dünya için neler yapılmak lazım geldiğini düşünmek, yani meşveret (görüşme ve danışma) için yapılmıştır. Millet işlerinde her ferdin zihninin başlı başına faaliyette bulunması önemlidir. İşte biz de burada din ve dünya için, istikbal ve istiklalimiz için; bilhassa hakimiyetimiz için neler düşündüğümüzü meydana koyalım. Ben sadece kendi düşüncemi söylemek istemiyorum. Hepinizin düşündüklerini anlamak istiyorum. Milli gaye ve milli irade sadece bir şahsın düşünmesinden değil; tüm halkın arzularının, emellerinin toplamından ibarettir. Binaenaleyh, benden ne öğrenmek, ne sormak istiyorsanız serbestçe sormanızı rica ederim" diyerek minberden aşağı inmiştir.
Bu arada camide bulunan cemaat tarafından yirmiyi aşkın sorular hazırlandığını; bu sorulardan bir tanesinin de hutbelerle ilgili olduğu anlaşılmaktadır. Atanın bu soruya ilişkin cevabının şu olduğunu görüyoruz:
"Hutbeler hakkında sorulan sualden anlıyorum ki, bu günkü hutbelerin tarzı; milletimizin düşünce, duygu, dil ve medeni ihtiyaçlarına uygun görülmemektedir.
Efendiler, hutbe demek insanlara hitap etmek, yani söz söylemek demektir. Hutbenin anlamı budur. Hutbe denildiği zaman bundan bir takım değişik kavram ve anlamlar çıkarılmamalıdır. Hutbeyi irat eden hatiptir. Yani söz söyleyen demektir. Biliyoruz ki, Hazreti Peygamberin kutlu asrında hutbeyi kendisi irat ederdi. Gerek Peygamber efendimiz ve gerek Hülefa-i Raşidin dönemine ait hutbeleri okuyacak olursanız görürsünüz ki, gerek Peygamberin, gerek Hülefa-i Raşidinin söylediği şeyler o günün meseleleridir. Yani o günün Askeri, İdari, Mali, Siyasi ve Sosyal hususlardır.
İslam Ümmeti çoğalıp Ülkeler genişlemeye başlayınca cenabı Peygamberin ve Hülefa-i Raşidin'in hutbeyi her yerde bizzat kendilerinin irat etmelerine imkan kalmadığından, halka söylemek istedikleri şeyleri bildirmeye bir takım zevatı memur etmişlerdir. Bunlar her halde en büyük başkanlardı. Onlar camilerde ve meydanlarda ortaya çıkar halkı aydınlatmak için ne söylemek lazımsa söylerlerdi. Bu tarzın devam edebilmesi için bir şart lazımdır. O da, milletin başkanı olan kişinin halka doğruyu söylemesi, halkı dinlemesi ve halkı aldatmamasıdır.
Halkı genel durumdan haberdar etmek son derece önemlidir. Çünkü her şey açık söylendiği zaman halkın dimağı, durum hakkında faaliyette bulunacak, iyi şeyler yapacak ve milletin zararına olan şeyleri reddederek şunun veya bunun arkasından gitmeyecektir.
Ancak millete ait olan işleri milletten gizli ettiler. Hutbelerin, halkın anlamayacağı bir dilde olması ve bu günün gerekleri ve ihtiyaçlarına temas etmemesi; halife ve padişah adını taşıyan istiptatçıların arkasından köle gibi gitmeye mecbur etmek içindi.
Hutbelerden maksat, halkı aydınlatmak ve irşat etmektir. Başka bir şey değildir. Yüz, iki yüz, hatta bin sene evvelki hutbeleri okumak, insanları cehalet ve gaflet içinde bırakmak demektir. Hutbelerin her hal ve şartta halkın kullandığı dille olması fevkalade önemlidir.
Geçen sene millet meclisinde verdiğim bir nutukta demiştim ki, minberler halkın dimağları ve vicdanları için bir aydınlanma ve bir ışık kaynağı olmalıdır. Böyle olabilmek için minberlerden yansıyacak sözlerin bilinmesi ve anlaşılması ve bilimsel gerçeklere uygun olması lazımdır. Hutbeyi veren kişilerin siyasi, sosyal ve medeniyet çağının gereklerini takip etmeleri zaruridir. Bunlar bilinmediği takdirde halka yanlış telkinler yapılmış olur. Binaenaleyh hutbeler tamamen Türkçe ve zamanın gereklerine uygun olmalıdır. Ve olacaktır".